Herta Müller : Alman Edebiyatı’nda Tek Bacaklı Yolcu

Bu yazımızda 2009 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, Romanya doğumlu Alman yazar Herta Müller ‘in, Alman Edebiyatı üzerindeki etkilerinden bahsedecek ve yazarın Tek Bacaklı Yolcu kitabı üzerinde yoğunlaşarak, Romanya’dan Almanya’ya göç dönemine de bakma fırsatı yakalayacağız.

Herta Müller kimdir? Alman Edebiyatı’nda yeri nedir?

1953 yılında, Romanya’nın Almanca konuşulan bir kasabasında doğan Herta Müller, Çocukluk ve büyüme çağları Çavuşesku dönemine denk gelmiştir. Dönemin baskı, gerilim ve ekonomik buhranına yakından tanıklık eden Herta Müller’in bu dönemde yaşadıkları, eserlerinde de büyük etkiler bırakmıştır.

Üniversite öğrenimini Temeşvar’da Alman ve Romanya Edebiyatı üzerine yapmıştır. Bu dönemde Aktionsgruppe Banat isimli, Almanca konuşan ve ifade özgürlüğü arayan bir gruba katılmıştır. Mezun olduğu dönemin ardından gizli polis için muhbirlik yapmayı reddettiği için baskılara maruz kaldı.

1982 yılında Niederungen isimli, Romanya’da sansürlenen ilk kitabını çıkaran Herta Müller, iki yıl sonra Almanya’da sansürsüz halini yayımlamıştır. Romanya’dan eserlerine dair olumsuz eleştiriler gelirken, Almanya’da ise gayet sıcak karşılanmıştır. Kazandığı diğer birçok edebiyat ödülünün yanında, 2009 yılında, eserlerindeki “şiirin yoğunluğu ve nesirin açıklığını kullanarak yoksulların dünyasını tasviriyle” Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştır.

Tek Bacaklı Yolcu: Yabancılaşmanın Öyküsü

Irene, Karadeniz’e kıyısı olan bir kasabada Almanya’ya iltica başvurusu için bekleyen bir, kendi tariflerine sığmayan ama kendini de tarif etmenin imkânsızlığını kavramış bir kadın ana karakterimizdir. Evraklarını beklerken kasabadaki bir Alman öğrenci olan Franz’a beklenmedik şekilde aşık olur. Daha sonra Almanya’ya gittiğinde ise havaalanında Franz değil, arkadaşı Stefan karşılar Irene’yi.

“Yolcular, diye düşündü İrene, uyuyan kentlere heyecanla bakan yolcular. Artık geçerliliği olmayan arzulara. Kent sakinlerinin ardından bakan. Tek bacaklı ve kayıp bacaklı yolcular.
Yolcular çok geç geliyor.”

Stefan’ın Berlin’de gösterdiği göz kamaştırıcı hayat ile Franz arasında kalan Irene, aynı zamanda yeni yaşamına, sınırı geçmiş olmanın verdiği duyguya alışmaya çalışmaktadır. Berlin’i kendi parçalanmış kişiliği ile duyumsayan Irene, bize aynı zamanda kendi şehrini anlatmaktadır. En sonunda bir aidiyet duygusu hissetmeye başlasa da, geçmiş yakasını bırakmamaktadır…

Bu yazıyı sevdiyseniz, bunları da sevebilirsiniz: Elias Canetti’den Körleşme

DAS Akademie’yi sosyal medyadan takip etmek içinse burayı tıklayabilirsiniz.

Bir Yorum Yazın

%d blogcu bunu beğendi: